Öncelikle başarı nedir meselesi tartışmalı bir konu. Bu yazıdaki başarı tanımımızla başlamak isterim. Bu yazıda başarıdan kastımız, ölçülebilir ve genel kabul gören: yüksek not ortalamaları, ödüller, mesleğinde ortalamaya kıyasla yüksek gelir elde etmek gibi olgular. Zekâ tanımı ise bundan daha da tartışmalı bir konu. Zekâyı tanımlamayacağım bunu size bırakıyorum.
Hiç kendinizden daha başarılı birine bakıp da bu başarısının kaynağını sorguladığınız oldu mu? Sahi, başarı nereden gelir?
Bugüne kadar üstün başarılara imza atmış çok sayıda kişi tanıdım. Birçoğu ise başarılarının kaynağı olarak zekâları gösterilebilecek kadar zekiydi. Ancak bu zeki olanların ortak bir özelliği vardı. Hepsi ailelerinin sosyoekonomik düzeyine kıyasla çok daha üstün başarılar kazanmışlardı. Örnek olarak ailesinde lise mezunu dahi yokken tıp doktoru olmuş bir kişiyi ele alalım.
Anne ve babası tıp doktoru olan bir bireyin kendisinin de tıp doktoru olma ihtimali, sizce de ailesinde lise mezunu dahi olmayan birinin tıp doktoru olmasından daha beklenir değil midir? Bu durum Matta Etkisi (Matthew Effect) olarak adlandırılır. Bu etki, başlangıçta avantajlı bireylerin zamanla daha büyük avantajlar elde etme eğilimidir.
Peki bahsettiğim zeki kişilerin farkı ne? Sıyrılmak.
Sıyrıltan ne, zekâ mı? Hayır.
Zekânın yaptığı şey sıyrılma fırsatlarını görmeyi sağlamak. Ancak burada zekânın yerini pek çok şey alabilir: çok araştırmak, benim blog bültenime abone olmak, sıkı çalışmak. Onlar bunu belki de çok araştırmadan, sıkı çalışmadan yapabildi çünkü zekiydiler. Ancak çok araştıran ve sıkı çalışan biri kesinlikle sıyrılacaktır.
Size Polgár kardeşlerin hikayesini anlatmak istiyorum. László Polgár, Macar bir eğitimci ve psikolog, eğitimin ve çevrenin insan başarısında doğuştan gelen etkenlerden daha önemli olduğuna inanıyordu. Bu düşüncesini kendi çocukları üzerinde denemek ve sonuçlarını görmek istedi. Çocukları Susan, Sofia ve Judit çok küçük yaşlardan itibaren çok yoğun ve disiplinli şekilde satranç eğitimi aldılar. László Polgár’ın evinde satranç bir oyun değil, bir yaşam biçimiydi. Çocuklar duvarlarda büyük ustaların oyun analizlerini görüyor, günlerinin 6-8 saatini satranç çalışarak geçiriyorlardı.
4 yaşında satranç öğrenmeye başlayan büyük kardeş Susan 12 yaşında dünyanın en iyi kadın satranç oyuncusu oldu. Ortanca kardeş Sofia 14 yaşında Roma kentinde düzenlenen tarihe geçen turnuvayı üstün bir derece olan 2495 ELO ile bitirdi. Küçük kardeş Judit, dünya sıralamasında ilk 10’a giren ilk ve tek kadın oyuncu oldu.
Sonuç olarak zekânın sağladığı şey László Polgár gibi bir ebeveyne ihtiyaç duymadan başarmak için yapmanız gereken şeyleri içgüdülerinizle görmektir. Ancak bu durumun farkında olup yapılacak bilinçli araştırma ve çalışma stili seçimleri büyük fark yaratabilir.
Sağlıcakla kalın.